CANIM KIZIM HÜLYA

Uzun bir zamandır kalbimi elma kurdu misali oyan, zihnimi kara bulutlarla örten bir haberin etkisindeyim. Otuz yedi senelik meslek hayatımda birçok olayla karşılaştım. Sadece yaşanarak anlaşılabilecek boyut ve tonda olaylar yaşadım. Bazen çocuklarımdan ayırmadığım öğrencilerimin başarılarıyla çok mutlu oldum. Bazen çok üzüldüğüm anlar oldu. Bu normaldi. Çünkü öğretmenlik sıradan bir meslek değildi. Öğrencilerimiz sadece anne babalarının bizlere emaneti değil, hem ülkemizin milletimizin, hem de geçmiş ve geleceğimizin bize bıraktığı en değerli emanetlerdi. Durum böyle olunca okullar açıldığında kendi çocuklarımızdan daha fazla birlikte olduğumuz öğrencilerimiz ile ilgili hassasiyetlerimizin en üst sınıra çıkması da kaçınılmaz oluyordu.

Aldığım bir haberle zihnim altüst olmuştu. Uzun bir zaman çıkışını bulamadığım karanlık bir labirent içinde kaldım. Yüreğimi hiç sormayın! ?.. "Mürekkep dökülmüş beyaz bir kâğıttan farksızdı. Zihnim ve yüreğim arasında ışık hızında gidip gelen acı dolu duygu ve düşünceler beni kahrediyordu. Masamda çalışırken, arkadaşlarımla konuşurken, uyumaya çalışırken, … ne yaparsam yapayım ruhuma acı veren, beynime ok misali saplanmış yerinden söküp atamadığım duygular içinde kaldım.

Sizi, bana bu duyguları yaşatan olayın en başına götüreyim. 1998 yılı Ağustos sonlarında Bursa Gemlik Umurbey Celal Bayar Sağlık Meslek Lisesinde çalışıyordum. O sene okulumuza Çevre Sağlık Teknisyenliği bölümüne öğrenci kayıtlarına daha yeni başlamıştık. Yine bir sabah mesleğimi yapmanın sevinç ve heyecanı içinde okulumuza öğrenci kayıtlarını almaya gitmiştim. Masamda çalışırken, odamın kapısı tıklatıldı. Başımı çevirdiğimde, Anadolu topraklarının kokusu ve havası içinde orta yaş üzeri bir anne-baba ile beraberlerindeki çocukları bir kız ve erkek ile karşılaştım. Daha ilk anda maddi durumlarının iyi olmadığını anlamıştım. Eskimiş, solmuş kıyafetleri, bakımsızlıktan zayıf kalmış bedenleri, sert ve keskin yüz hatları ile emsallerine göre zayıfça bir kız çocuğu olan bir aileydi. İçeri buyur ettim, oturdular.

Yaklaşık 1.50 boylarında; kumral, buğday tenli, kıvırcık saçlı ve simsiyah gözlü Hülya’nın ruhumda bu kadar derin izler bırakabileceğini o an da bilemezdim.

Hepsinin çekingen tavırlar içinde solgun yüzlü oluşu dikkat çekiciydi. Babaları kayıt için geldiklerini beyan edince ilgili evrakları vererek doldurmalarını söyledim. Velilerden isteğe bağlı olarak okul koruma derneğine katkıda bulunmalarını da istiyorduk. Eskimiş kıyafetler içinde gördüğüm bu aileye böyle bir teklifte bulunup bulunmamak konusunda tereddüt ettim. Yine de isteğe bağlı olduğu için bağış bilgi kâğıdını diğer kayıt formu ile birlikte verdim. Baba, kâğıdı zayıf ve nasırlaşmış elleriyle aldı, şöyle bir baktı, çekindiğinden mi nedir bir şey söylemeden eşi ve kızına gidelim anlamında bir göz attı sonra da sessizce odamdan çıktılar.

Ertesi günün sabahının erkeninde okulu daha yeni açmıştık. İlk gelen bu veli olmuştu. Selam verdi. İçeri buyur ettim. Tereddütle girdi. Titrek, çaresiz mahzun bir ses tonunda bağış için durumunun müsait olmadığını söyleyerek verdiğim kâğıdı bana iade etti. Durumun vahametinden emin olmuştum. Hemen yanımdaki koltukta yer gösterdim, oturunca ismini sordum;

- Mustafa dedi.

- Mustafa abi bağış zorunlu değil. Sen rahat ol, dedim.

Kantinden çay söyledim. Aklımdaki soru işaretlerinden kurtulmak istedim,

- Nerelisiniz?

- Kayseri'nin Talas Mengücek'ten

- Burada mı oturuyorsunuz?

Evet, anlamında isteksizce başıyla onay verdi.

-Hayırlı olsun oralardan kalkmış ta buraya gelmişsiniz, ben de Erzurumlu ’yum. Dedim.

Yüzüme dikkatlice baktı. Buğusu tüten çaydan bir yudum aldı. Çok sigara içmekten kapanmış ciğerlerinin çıkardığı hırıltılı bir iç geçirmeden sonra,

-Öğretmen Bey rüzgârın önünde sürüklenen kurumuş yapraklarız. Nerede ve ne olacağımızı ancak Allah bilir. Daha dün Mengücek'deydik bugün buradayız, peki yarın neredeyiz bilen var mı? Belki de toprağın kucağında olacağız, dedi.

İkimiz de bir an donup kaldık. İkimiz de görünen mekânın yaşanılan zamanın dışına çıkmıştık. Kalbimin atışını hissettim o an. Güngörmüş, hayatın yakıcı ateşinde pişmiş bu Anadolu insanına bu konuşma ve tavırları nedeniyle saygı duydum. Çayını tazeletme, kantinden bazı ikramlarda bulunma ısrarlarıma o dua ile karşılık verirken,

-Öğretmen Bey Hülya kızım artık sizlere emanettir. Allah kolaylık versin, demiş gitmişti,

Artık okullar açılmış, dersler başlamıştı. Hülya o günden sonra hem idareci hem de öğretmen olarak sürekli gözlemim altında olan bir öğrencim olmuştu. Eskimiş kıyafetleri ile diğerlerinden ayrılıyordu en dikkat çekici olan da ayakkabılarıydı. Ayakkabıları hem çok eskimiş hem de dikiş yerleri sökülmüş ve patlamıştı. Bu topuklu siyah renk ayakkabılarının tamiratını evde kendilerinin acemice yaptıkları ayan beyan ortadaydı. Boyası kaybolmuş siyah ayakkabı üzerine beyaz dikişlerle yapılan tamiratı oldukça düşündürücüydü.

Bu durum beni huzursuz ediyor üzüyordu. Üstelik yakın zamanda kutlanılacak resmigeçit yapacak bir Cumhuriyet Bayramı vardı. Durumu eşime de açtım. Hafta sonu birlikte ayakkabı almaya karar verdik. Henüz hafta sonu olmamıştı. Bir sabah Hülya'yı yeni ayakkabılıklarıyla gördüm, çok sevindim. Artık Hülya kızımın yeni ayakkabıları vardı ve bayram geçidine o yeni ayakkabıları ile katılacaktı.

Gemlik'teki görevimde okulumuzdan mezun olana kadar Hülya'ya ve ailesine özel bir ilgim oldu. Onlara belki her konuda yardımcı olamadım ama derslerde ve teneffüslerde gözüm kulağım hep Hülya’nın üzerinde idi.

Zaman su misali akıp gitmiş Hülya kızım son sınıfa kadar gelmişti. Çalışma masamda arada bir Hülya'nın artık okulumuzdan mezun olacağını, ekonomik bağımsızlığına kavuşarak ailesine de yardımcı olacağını ve ilerde telli duvaklı gelin olacağını ailesini kuracağını hayal ederek tebessüm ediyor seviniyordum. Ancak bir gün yeni bir üzücü durumla karşılaştım. Ders arası koridorda yürürken O'nu gördüm. Her zamanki sevgi saygı dolu bakışıyla beni selamladı. Aynı içtenlikle karşılık verirken solgun yüzünün daha da solduğu ve gözlerinin daha da donuklaşmaya başlaması dikkatimden kaçmamıştı. Endişelenince yüz ifademin anında değiştiğinden olacak beni kendi ailesi kadar yakın gören canım kızım Hülya, beni üzdüğünün tedirginliği ile başını önüne eğince telaşla sordum;

-Kızım iyi dersler, seni biraz rahatsız gibi gördüm, inşallah iyisindir.

Sıkıntısını söyleyip söylememe arasında biraz suskun kaldıktan sonra,

-Hocam sağolun bana ailemi aratmadınız, ailem oldunuz. Sizi üzmemek için söylemiyordum. Böbreklerim rahatsız. Gece uyuyamadım. Demişti.

-"Kızım sen merak etme, bir çaresini buluruz. İstersen izin verelim bugün git dinlen. Biz sana yardımcı oluruz". Dediğimde derslerine devam etme isteğinde bulunmuş ve teşekkür ederek yanımdan ayrılmıştı.

Durumu ona yardımcı olabilmek için hemen idareci arkadaşlarımla paylaştım. Okulumuzun imkânlarıyla Hülya'nın tedavisi ile ilgilenmeye başlamıştık. Çok geçmeden, hafızam beni yanıltmıyorsa 2001 yılının kasım sonu veya aralık başlarıydı. Mesai yeni başlamıştı, telefon çaldı. Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğünden aramışlardı. Sabah sabah hayırdır inşallah dedim kendi kendime. Acaba bir şey mi oldu diye ister istemez heyecan yaptım. Telefon konuşmasından Hülya'nın bu rahatsızlığının ta Ankara'ya kadar ulaştığını öğrendim..

Kısa bir araştırmayla, Hülya'nın bu rahatsızlığını arkadaşları da öğrenince kendi aralarında konuyu istişare ederek okulumuz meslek dersleri öğretmeni Kemal ŞAHİN’in de yardımı ve yönlendirmesi ile yerel bir basın ofisine gittiğini, olayı haber yaptırdıklarını, bakanlığın da basın yoluyla durumdan haberdar olduğu anladım.

Genel Müdürlüğümüz öğrencimiz adına ilçemiz Ziraat Bankası şubesinde hesap açmamızı ve hesap numarasının da çok acele kendilerine ulaştırmamızı, Türkiye genelinde yardım kampanyası başlatacaklarını bildirmişlerdi. Okul idaresi olarak hemen aynı gün Hülya adına hesap açtırdık ve bakanlığa bildirdik.

O günden sonra Hülya kızım benim gönlümde daha bir başka, benden bir parça oldu sanki. Onu okulda göremediğim zaman merak eder hemen arkadaşlarına sorardım. Hülya’nın rahatsızlığını öğrenmeyen öğretmen, öğrenci kalmamıştı. Öğretmen arkadaşlar kendi aralarında yardım toplamış, Gülcan TOPÇU arkadaşımız toplanan yardımları evlerine götürmüştü. Ertesi gün okula gelince anlattıkları ise biz öğretmenleri iyice şok etmiş ve perişan olmuştuk. Hülya’nın Fatma annesinin anlattıklarıyla gözlerim dolmuş, yüreğim yerinden çıkacak gibi tir tir titremişti.

Bu arada Bakanlığın yardım kampanyasından Hülya’nın hesabına yardımlar gelmeye başlamış ve Hülya kızım diyalize başlamıştı. Biraz daha morali düzelmiş ve yarınlara umutla bakar gibiydi.

Hülya başarı ile mezun oldu. 2007 yılında teyzesinin oğlu ile evlendiler. Her genç kız gibi o da gönlünün sultanını bulmuş ve yuvasını kurmuştu. 2012 yılında Balıkesir Burhaniye’de ilk memuriyete başlamıştı, artık kendi ayakları üstünde durabiliyordu.

Canım kızım Hülya ekonomik bağımsızlığını kazansa da, hayatın sert ve acımasız şartlarından uzaklaşmaya çalışmak için evlense de talihsizlikler onun peşini bir türlü bırakmamış haftada iki üç kez diyalize bağımlı hale gelmişti.. Bu durumdaki insan ne kadar mutlu olabilirdi ki, O benim canım kızımdı. O mutlu olmazsa ben nasıl mutlu olabilirdim ki? Dua etmekten başka elimden gelen bir şey de yoktu. Ondan her aldığım haber bir öncesinden daha kötüydü. Her yeni gün benim için daha hüzünlü oluyordu. Durumunun gittikçe ağırlaştığını ve başka rahatsızlıkları başlamıştı. 2014 senesinde eşi ile beraber memleketleri, baba yurdu olan Kayseri’ye tayin olmuşlardı. Belki de doğduğu topraklar onu çağırmıştı.

30 Temmuz 2020 tarihinde Sosyal medyada dolaşırken Facebook’taki arkadaşım, Hülya’mın hayat arkadaşı, can dostu ve göz bebeği eşi Yusuf Doğan’ın paylaştığı acı haberle sarsıldım. Hülya’m vefat etmişti, ayrılmıştı acı veren dünya hayatından ama beni gözyaşına boğarak, ciğerimden parça kopararak, yüreğimde üstü hiç kül tutmayan bir ateş, aklımda hiçbir kasırganın yerinden söküp atamayacağı hüzünlü anılar bırakarak yürümüştü Rahmeti Rahman’a… O Kerem ve Mağfiret sahibi, dertlilerin Şafii’si Yüce Mevla’sına sığınmıştı artık. O anki duygularımı şu şekilde ifade edebilmişim.

“ Sevgili öğrencim, canım kızım Hülya’cım. Gemlik Umurbey Celal Bayar Sağlık Meslek lisesine kayıt olduğun günden beri seni hiç unutmadım, unutmayacağım da. Hep kalbimde yaşayacaksın bi tanem. Nutkum tutuldu, ne yazacağımı bilemiyorum. Rabbim sana gani gani rahmet eylesin mekânın cennet olsun, Nurlar içinde yatarsın inşallah. Sevgili peygamberimize ve O’nun Ehl-i Beytine komşu olursun inşallah. Âmin.

Öğretmen olmak böyledir. Öğretmen olmak ışık verirken eriyen mum misali aydınlatırken aydınlanmanın yanında çileli bir gönül yolculuğudur. Maddeden manaya uzanan uzun ince bir yoldur. Öğretmen olmak Yunusça yaşamaktır. Memleket, bayrak sevdalısı olmak, milletinin geleceği için her fedakârlığı göstermektir,

Ne mutlu bu duygu ve düşünce içinde olan bütün arkadaşlarıma… Onları en içten saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. Canım kızım Hülya'ya da bir kere daha Allah'tan rahmetler diliyorum. Onu ve ailesini hiç unutmadım unutmayacağım.

2021 Orhan YÜCE

Yeşilyurt/Malatya

 

Çiğli Güncel  

Lütfen yorum yapınız. Mail adresiniz görünmeyecektir. * alanlar gereklidir.


Henüz yorum yazılmamış.

PİYASA VERİLERİ

    Alış
    32.4551
    Satış
    32.5136
    Alış
    34.6559
    Satış
    34.7183
    Alış
    40.4148
    Satış
    40.6256

HAVA DURUMU

IZMIR HAVA DURUMU